Bir hastanede ölümü bekleyen hastaların koğuşu,.. koğuşta bir oda.. odada iki yatak, iki hasta.
Birisi pencerenin önünde, öteki duvar dibinde.
Pencere kenarında yatan hasta, yaşamlarının şu son dönemlerinde, sabahtan akşama kadar pencereden bakıp, tüm gördüklerini duvar dibinde yattığı için hiçbir şey göremeyen arkadaşına aktarır.
“Bugün deniz dünden daha durgun. Rüzgar hafif olmalı.. Beyaz yelkenliler belli belirsiz ilerliyor… Park henüz tenha.. Salıncakların ikisi dolu, ikisi boş.. Erguvanlar bugün çıldırmış, öyle bir çiçek açtı ki; etraf mordan geçilmiyor.. Erikler desen gelinden farksız.. Eyvah, küçük çocuklardan biri düştü. Annesi yetişip bağrına basıyor çocuğu. Neyse, çocuk sustu. Gülüyor şimdi.”
Hergün böyle sürüp gidiyor ve adam her gördüğünü duvar dibinde yatan ve ayağa kalkamayan oda arkadaşına anlatıyordur.
Pencere kenarındaki hasta birgün ansınız kalp krizi geçirir.
Duvar dibindeki oda arkadaşı, “yardım” düğmesine bassa, doktor çağırabilir ve belki de yanındaki arkadaşını kurtarabilir. Ama arkadaşı ölürse, pencerenin yanındaki yatak boşalacaktır. Ve duvar dibinde yatan hasta “Yardım” düğmesine bilerek basmaz, doktoru çağırmaz ve oda arkadaşı ölür.
Ertesi sabah, duvar dibindeki hastanın yatağını pencerenin yayına taşırlar. Beklediği an gelmiştir. Yattığı yerden pencereden dışarı bakabilecek, olan biteni seyredebilecektir. Fakat o da ne? Pencerenin dibinde kapkara bir duvardan başka hiç bir şey yoktur.
“Nasıl yani!?..
Deniz, gemiler, erguvan ağaçları, çocuk parkı.. hepsi, hepsi yalan mıydı?..” der ağlayarak..
pişman ve yüreğinde kocaman bir vicdan azabı ile tüketir son günlerini.
Karamsar ve umutsuz bir hayat sürerken bile başkalarını mutlu etmeye çalışmalı, onları gördüğümüz karamsarlıklarla karamsarlığa itmemeliyiz…